Küçük Koca Adam
- Oytun Çölok
- 18 Şub 2024
- 3 dakikada okunur

Bir bacağı kesilmişti geçirdiği trafik azasında. Çok şükür ailesine bir şey olmamıştı. Annesi, babası, kardeşi hafif sıyrıklarla kurtulmuştu. Fakat asfalt ile araba arasına sıkışan bacağı onu
terk etmişti. Olsun, yaşıyordu ya. Alacak nefesi vardı daha. Hayata iyi yönden bakmak gerekirdi.
O artık kocaman bir adamdı. Babası hep derdi: “Sen ailenin reisi olacaksın”
“Tüm sıkıntılar ile baş edeceksin. Koruyacak ve kollayacaksın.”
“Günün birinde ben öldüğümde, annen sana, kardeşin sana, sen yaradana emanetsin.”
Nereden bilebilirdi ki yaradanın bile yardım edemeyeceği günler vardı...
Yaşı küçük ama ruhu büyük adam, hastaneden çıktı tekerlekli sandalye ile. Küçük kardeşi tutuyordu elinden. Annesi yanında, babası itiyordu arabasını. Pırıl pırıl bir güneş vurdu yüzüne. Gözleri kamaştı. Derin bir ne fes çekti içine. Bir damla yaş aktı sol gözünden. Sanki bir teşekkür gibi. Ama bir yandan da derin bir öfke ve isyan...
Hala bacağını kaldırabilecekmiş gibi hissediyordu. Tam sallayacakken, farkediyordu olmadığını. Amcası yeni bir tekerlekli sandalye ile gelmişti hastanenin önüne. Kaldırılıp, oturtuldu yeni sandalyesine.
“Bırakın beni” dedi.
Elleriyle tuttu tekerleklerin demirini. Çevirdi yavaşça. “Hayret” dedi içinden. “Gücüm yetti”
Evet, yetmişti gücü ama ruhu başlamıştı kanamaya. Tutamadı kendini. Bağırarak başladı ağlamaya. Annesi koştu yanına. Eğilerek sarıldı ona. Beraber ağladılar dakikalarca. Kardeşi de ağlıyordu geride, babası da, amcası da...
Aylar geçti üzerinden. Doktor verdi müjdeyi. Protez takılabilecekti. Tekrar yürüyebilecekti. Ölçümler yapıldı, kalıplar çıktı. Bir süre sonra geldi yeni bacağı. Taktılar yerine. Bir de ayağı vardı. Hatta ayakkabı bile giyebilecekti. Babası bir çift yeni spor ayakkabı alıp gelmişti yanına. Öyle marka bir şey değildi. Ne de olsa zor bulunuyordu ülkesinde marka. Annesi giydirdi ayakkabılarını ayağına. Önce küçük bir adım attı koca yürekli küçük adam, sonra bir adım daha, bir adım daha...
Düşecekken birden babası tuttu omuzundan. “Olacak evlat” der gibi bakmıştı yüzüne. Sadece gülümseyebildi. Artık hayatın yükü yüklenmişti yeni bacağına da.
Zor bir yaşamları vardı ülkelerinde. Savaşın eşiğindeydiler. Zengin de değillerdi. Anne ve babasını televizyonda haberleri seyrederken görürdü. Suratları hep asık ve endişeli olurdu. “Ya olursa” derdi annesi “Ne olacak halimiz” Babası “Korkma” derdi “Ben buradayım”
Kendi korkmadı ama korkulan geldi başlarına, yaradanın bile yardım edemediği zamanlara...
Bir sabah sirenler çaldı şehrin sokaklarında. İlk kez duyuyordu. Yüreği sıkıştı. Kaza olurken de korkmuştu ama bu farklıydı. Kulaklarını kapadı. Kardeşi başlamıştı ağlamaya. Televizyonda sığınaklara gitmeleri söyleniyordu. Annesi girdi odalarına koşarak ve telaşla. “Haydi çıkıyoruz evden” diye bağırırken biteremedi sözünü. Yer gök sallandı birden. Dışarısı toz dumandı. Annesi bir çığlık attı. Kardeşi bağıramamıştı bile. Kocaman olmuş gözleriyle donmuş gibi duruyordu odanın ortasında. Bacağına uzandı ama takmak için vakit yoktu. Babası tuttuğu gibi kucakladı küçük koca adamı. “Korkma, sarıl bana”
Denileni yaptı koca yürekli küçük adam. Ağlıyordu içinden. Babasının kucağında koşarak odadan çıkarlarken gözü kenardaki bacağındaydı. Hayatının yarısı orada kalmış gibiydi sanki. Sesi çıkamadı. Boğazı düğümlendi ve kalakaldı babasının kucağında. “Korkmayın”diye bağırıyordu babası. “Korkmayın, koşun” diyordu.
“KOOOŞUUNNN”
An mıdır uzun olan, yoksa yıllar mı?
Yıllar mı yaşlandırır insanı yoksa bir anda mı beyazlayıverir saçların.
Kaç hayatlar gitmiştir anda yılları izlerken hafızalarında.
An kadar uzun ama yıllar kadar kısa zamanlarda,
Ne gördüklerin gerçek gelir sana
Ne de duydukların kulaklarınla...
Bir ses duyuldu tepelerinde, bir çığlık sanki. Hayat durdu o an ya da küçük adama durmuş gibi geldi. Herşey ağır çekim bir film sahnesiydi. Ses anlıktı ama saatlerdir duyuyorlar gibiydi. Saniyeler saatlere, saatler günlere dönmüştü.
Ve...
Ve birden bitiverdi sahne. Yer sallandı ayaklarının altında. Yakıcı bir sıcaklık kapladı bedenini küçük adamın uçarken babasının kucağında gökyüzüne.
Anlık bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Evet, uçuyorum artık” dedi içinden.
“UÇUUUUUUYOOORUUUUUUUM”
Soğuk bir zamana uyandım işte.
Sol yanım boş.
Buz gibi işte.
Bildiğin kar yağmış üzerime.
Her yer bembeyaz bedenimde...
Ayağa kalkmak zor.
Artık hep zor.
Zop zor.
Sağ iken yaşamak zordu ama ölünce?
Ölünce yaşanır mı ki hayat gönlünce?
Hayat yaşanırken zaten
Ölünmez mi gerçekte?
Nefes alırken acıyan canım,
Yalnızken sıkışan yüreğim,
Çalan sirenlerle irkilen ruhum,
Ne bekler ki daha yaşamdan?
Elimden kaçırdıklarım,
Yok olan yaşamlarım...
Kalan nefesim mi beni ayakta tutan?
O da gitsin bırak,
Ne işe yarıyor ki...
Gözümü açınca gördüklerim mahşer yeri.
Bana yaklaşan toz duman içinde tekir bir kedi.
Sığınacak yer arıyor sanki.
Gelip yatıyor kanayan göğsüme.
Bakıyorum bakabildiğim yere.
Hayret! Bacağım yerinde,
Hayaletler çevremde.
İnanır mısın hayaletlere?
Yapayalnız kalınca şu koca gezegende;
Sarılacak hiç kimse, hiç birşey kalmayınca elinde,
Arkadaş oluyorsun yıkıtıların içinde bekleyen hayaletlerle.
Anam, babam, kardeşim her yerde.
İşte o an sarılıyorsun üzerindeki kediye.
Kapıyorsun gözlerini derince.
Son bir nefes alıyorsun içine
Ve...
Comments